Ana içeriğe atla

İŞSİZLİK VE MESLEKSİZLİK HAYATIM


                                                                                                                                                                   Herkes işini, gücünü, mesleğini yazar.. Ben ise neler olmak için neler olduğumu, hatta "olmak" için bir şey olmam gerektiğini anlayışımı yazıyorum. Şöyle en baştan başlayalım..



Çocukluk hayalim kaçakçılıktı. O zamanlar Almanya'dan takla atan köpek oyuncağı getirmek istiyordum. Öyle yürüyerek gidip gelebilirim sanıyordum. Almanya'nın civar köylerden biri olmadığını öğrenince bu hayalimden vazgeçip okula başladım. Artık yeni hayalim astronot olmaktı..

Amcamın "uzay gemisi alınabilen bir şey değil, alınabilse bile garajımız yok, nerede saklayacağız oğlum?" demesinin ardından bu hayalimden de vazgeçip beyblade tamircisi olmayı kafaya koydum. 9 yaşımda sermaye toplamak için evin önünde patlamış mısır satmaya başladım.

Arz talep dengesi kuramayınca batma noktasına geldim. Mısır bahçeden olduğu için tabii ki de batmadım. Ama üç dört gün patlamış mısır komasına girdim.. Sonra 11 yaşıma kadar da bir şey olmak istemedim..

11 yaşıma geldiğimde kuran kursuna başladım. "Eee çok kıyak işmiş, namaz kılıyorsun diye para veriyorlar" diyerek imam olmaya karar verdim.. Sermaye gerektirmeyen, insanların saygı gösterdiği, bedava lojmanı olan bir meslekti.

"Bu kez mesleğimi buldum." , " Tabii ki imam olabilirim, neden olamayacakmışım?" diye düşünürken, kötü bir esprim yüzünden imamdan ayakkabı çekeceğiyle dayak yedim. Neden olamayacağım artık ele güne karşı apaçıktı, böyle de olmaz ki!

Meslek hayalsizliğim hız kesmeden kaldığı yerden devam ediyordu. 12 yaşımda Atatürk'ten etkilenip asker olmak istedim. Bu kez emindim, asker olup hiç yoktan memleketi yeniden kurtaracaktım. Apandisitim olmadığı için muayeneyi geçemeyeceğim söylendi ve askeri okuldan vazgeçtim..

Kursak; heves kesesi gibi bir organdı artık benim için. Ne istesem hep bir engel çıkıyor, bir türlü yapabileceğim mesleği seçemiyordum. Liseye başladığımda bir aile dostunun yanında pazarda ayakkabı satmaya başladım.

Her şey yolunda gidiyordu, şaşkındım. Müşterilerle ilişkim iyiydi. Patronun iyi satış yapan çırağı, kendimin işe yarayan beni olmuştum. Temiz yüzlülüğüm ve iletişimimin iyi olduğu gerekçesiyle kısa zamanda mağazaya terfi aldım. 

Fakat mağaza pazar kadar keyifli değildi. Gereksiz bir ciddiyet ve zorlama bir düzen vardı. Çok geçmeden mağaza müdürüyle takışıp işten ayrıldım. Yine mesleksizlik çukuruna düşmüş ve boşlukta kalmıştım.

İnsanlarla iletişim kurabileceğim, çok kasıntı olmayan yeni bir iş aramaya koyuldum. Çok geçmeden aradığım işi buldum. -Çay bahçesinde garsonluk.

İlk günden doğru yerde olduğumu anladım. Çay taşımak için yaratıldığımı düşünmeye başladım. Müthiş servis yapıyor, insanları güldürüyor ve keyifli vakit geçiriyordum. İyi çalıştığım için patron, iyi servis yaptığım için müşterilerce seviliyordum.

Bütün yaz tatilimi orada geçirdim. İyi para kazanıyordum ve keyfim yerindeydi. Tatil bitti, okula başladım. Yaz gelse de işe gitsek diye düşünürken yaz geldi, yeniden başladım.

Fakat çalışma saatlerim yavaş yavaş artmaya başladı. Eşeğin orasına burasına su kaçtığı vaktin geldiğini, sabah 8 gece 1 çalışmaya başladığımda anladım. İzinsizlikten sıkılıp kendime sonsuz izin vermek için işi bıraktım.

İşi bıraktığım gün müşterilerden biri dükkan açacağını ve onunla çalışıp çalışamayacağımı sordu. İşin ne olduğunu bile sormadan kabul ettim. En fazla ne olabilirdi ki ?

1-2 hafta sonra dükkan açıldı ve çağırıldım.. Tebrikler! An itibari ile çiğköfteciydim. Başlarda aşırı kekomançi gelen bu iş, çiğköfteyi sevmemle keyifli bir hal aldı.

Çiğköfteci olmak istemesem de çalışmak yormuyordu ve bu yüzden ideal bir işti. Tabii ki tüm işler gibi bu da yolunda gitmedi. Dükkan battı, ben yol aldım.

Üniversiteyi kazanıp Edirne’ye gelmemle gelirlerim arttı. Sanat Tarihi okumaya başlamıştım ve aşırı cool bir meslek olduğu kanısına vararak keyifle ilerlemeye başladım. Sanırım aradığım meslek bu kez kesinlikle bir diploma uzağımdaydı.

 Fakat burs burs burs bir yere kadar yetiyordu.  Bu kez de meslek ihtiyacının dışında günü dün etmek için değerli kağıtlar gerekliydi. Durur muyum yine iş aradım. Garsonluk, broşür dağıtımı gibi bir sürü bok püsür günlük işlerde çalıştım.

Artık iş hayatım öyle saçma bir hal almıştı ki en saçmasını seçmeye çalışıyordum. Bir gün bir iş geldi ve saçmalık algımın çok aşağılarda olduğunu fark ettim. Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nde reklam balonu olmam isteniyordu.

Böylesine saçma ve bana bir şey katmayacak bir işi tabii ki de kabul ettim. Sırtıma bir aparat geçirip tepemde  üzerinde sponsor bankanın reklamı olan koskocaman bir balon taşıyordum. Haklı olarak dikkat çektiğim için hoşuma gidiyordu. Güreşler bitti, iş gitti.

Bu ilgi olayını kafaya takmıştım. İlgi çeken bir şeyler yapmalıydım. Bir gün aylaklıktan ve çevresizlikten sıkılarak iki arkadaşımla beraber tiyatroya başlamaya karar verdik ve bir topluluğa kaydolduk. Kendi frekansıma yakın insanlarla tanışmak  olayı güzelleştirdi.

Eee? Ben bu işi yaparsam ömrüm boyunca bu frekansta kalabilir, istediğim kadar ilgi çekebilirdim. Bunlar olurken kendimi iyi hissetmemek gibi bir ihtimalimde yoktu. Topluluktaki reaksiyon da iyi olunca bu işi yapmaya karar verdim. İşte bir milat daha tiyatrocu olacaktım !

Ertesi yıl topluluk değiştirerek devam ettim. Tiyatroya başladığım arkadaşlarımla daha güzel vakit geçiyordu. Hem bir yıl kaşarlanmanın vermiş olduğu güven, hem işi kapmam hem de yeni toplulukta benim profilimde biri olmaması olayı yeme de yanında yat kıvamına getirdi.

Bir gün başladığım arkadaşlarımdan biriyle polis parkında sineklenirken “İstanbul’a taşınıp tiyatro mu kovalasak lan?” diye bi laf oldu. Olur gibisinden kısa bir cevapla kesin göç kararı alınarak her şey bırakıp gidinildi.
Okulları geri de bırakıp tiyatro aşkıyla 14 milyon +2 olarak Bizans’a yerleştik. İlk zamanlar umut dolu pıtırcıklar olarak ordan oraya savrulduk. Fazla köşeli oluşum daha fazla savruluşumu engelledi. Sevdiğim bir şeyi yapmak için sevmediğim onlarca şeyi yapmak zorunda kalmıştım.

Bir seçim yapmalıydım. Ya her şeyi bırakıp geri dönecek ve kaldığım yerden devam edecektim. Ya da her şeye katlanıp sevdiğim şeyi İstanbul’da yapacaktım.

İhtimaller dahilinde olmayan bir üçüncü yol seçerek, hayatımın her anında olduğu gibi mantıksız seçim yaptım ve her şeye katlandığım gibi sevdiğim şeyi de bıraktım. Bizans’ın göbeğinde parasız, amaçsız ve mutsuzdum.

Kendime yeni bir meşgale bulmalıydım. Tüm gün Moda Sahil’de oturuyor, ne yapmalıyım diye düşünüyordum. Bu düşünme 6 ay kadar sürdü ve bir şey bulamadım. 

Yine saçma sapan iş başvuruları yapmaya başladım. Nasıl olsa almazlar diyerek öğretmenlik, mühendislik ve Sırpça tercümanlık gibi işlere başvurdum. Tabii ki de almadılar.

Eve yakın diye hiç bilmediğim işlere başvurmak gibi birkaç mantıklı hareketim sonucunda geri dönüş aldım ve görüşmeye çağırıldım. Görüşmeye gittiğim gün işe başladım. Artık korku evinde Samara’ydım.

İşin bu kadar cins oluşu, çalışma saatleri, rahat ve keyifli oluşu gözümü korkuttu. İşler bu kadar yolunda gitmemeliydi. Haliyle gitmedi. 2 hafta sonra yeteri kadar korkunç olamadığım için işten çıkarıldım.

İlk kovuluşumdu .  Gıcır bir iş kaybettiğim için üzgündüm. Ve fakat kendimi geleceği olmayan bir işten kovuldun diyerek teselli etmem kolay oluyordu. Bir kaç ayı daha işsiz ve meslek arayışsız geçirdim.

Bir gün geleneksel hale getirdiğim “Moda’da Bira Emilimi” seansımdan eve döndüğümde kapıda ev arkadaşımla karşılaştım ve  bana şahane bir iş bulduğunu söyledi.  Reddetmek için elimden gelini yaptım. Çünkü bunu bana söyleyen arkadaşımın muhteşem kavramı pek de muhteşem değildi.

Burslardan dolayı sigortasız çalışmam gerekiyordu. Sigorta yaparlarsa çalışamam dedim. “ yapmıyorlar” dedi..
Öyle sakal bıyık kesemem dedim. “gerekmiyor” dedi.
Öyle takımdır, gömlektir giyemem dedim. “yok yok serbest takıl.” dedi .
Ta anasının gözünde çalışamam dedim. “ Galatasaray’da” dedi.
Bu sıcakta klimasız çalışmam diyerek bu iş sohbetini bitirmek istedim. “klima var” dedi.
Asgari çalışmam desem de fayda etmedi. Maaş asgarinin üzerindeydi.

Kaçınılmaz şekilde bir ajansın sosyal medya sorumlusu olmuştum.
-Ofisin bir tarafı istiklal’e diğer tarafı boğaza bakıyordu. Artık çalışmamak için hiçbir nedenim kalmamıştı. Mecburen sosyal medyacı olacaktım.

İş yine anlamsız bir biçimde mükemelleşmeye başladı. Ofiste tek çalışıyordum, başımda patron ve benzeri dertler yoktu. İstediğim saatte çıkıyordum. Bir şeyler yolunda gitmemeliydi. Ve her zamanki gibi karma karmalığını gösterip yaptı adiliğini. Maaş yatmadı..

İki ayın sonunda  beş parasız şekilde işi bıraktım. Çalıştığıma karşılık bir ipad tokatladım. Artık ipad’li bir işsizdim.

 Yeter ulan artık deyip Edirne’ye döndüm. Yeniden YGS’ye girerek yeni bir bölüm kazandım.
Tebrikler, artık bir restoratör adayıydım. Kafamda mimari restorasyondan mimarlığa fırlama düşüncesi belirdi. Neden olmasındı? Yapan nasıl yapıyordu?

Ve şu an bu aşamadayım .
Bakalım yıllar ne işler ve işsizlikler getirecek.
Yaşayıp göreceğim.




                                                              EMRE DEMİRAY
                                                                 MART 2018
                                                                    EDİRNE



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSANLARI YORMA ENSTİTÜSÜ

‘‘Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.’’ demiş Tanpınar. Bence bu tanımı bilen, zamanın insanla var olabileceğinin farkında olan bir topluluk var. Saatleri Ayarlama Enstitüsü minvalinde kurulan bu topluluk, tıpkı bir eğitim kurumu şeklinde çalışıyor. Ancak amaçları zaman zayiatını engellemek değil, aksine arttırmak. İnsanların yaşamlarını olabildiğince zorlaştırıp, önlerine türlü engeller çıkartmak. Bu kurum sanırım erken atalarımızın hemen ardından ortaya çıktı. " Hayır!, onu yapamazsın, bu böyle olmaz, şu yasak, o cıss." şeklinde öğretiler pompalayarak, çevrelerindeki insanlar için yaşamı yaşanılmaz kılmaya çalışmayı görev edindiler. Kurumun belli başlı temel dayanakları var; negatiflik, olayları büyütmek, hasetlik, yola taş koymak, zaman çalma, kıskançlık ve aptallık en popülerleri. Ayrıca bu popüler dayanakların her birinin "Yoruculuk Anabilim Dalı" adı altında lisans programları da mevcut. Bu temel dayanaklara uygun insanlar genç yaşlar

SAVAŞ TURİZMİ

                Taş, sopa, yalın kılıç derken kim kime dum duma meydan muharebelerine dönüştü savaşlar. Ardından barutun kullanılması ve mertliğin bozulması süreçleri tuz biber oldu. Milyonlar öldü, milyonlar öldürdü. Her anlamda çok maliyetli organizasyonlar oldular. Toprak için, Su için, Vatan için, Petrol için, ve benimki seninkinden büyük kıyaslasmasından çıktı savaşlar. Daha az kaybeden kazanmış sayıldı. Ölen öldü, kalan sağlar yenisine hazırlandı.. Kimi kahraman oldu, Kimi şehit, Kimi gazi, ekseriyet Niyazi oğlu Niyazi..                 Ülkelerin savunma giderleri; eğitim ve sağlık giderlerinin üzerine çıktı.. Harcandıkça harcandı. Silah alındı, bomba alındı, füze alındı. “Cüzi ücretler karşılığında füzelerinizi büyük seçim ister misiniz?” sorusuna hep baş sallanıldı.. Silah üretimi bir sektör olup çıktı ve üretenlerin zenginliğine zenginlik kattı.                 Abil ve Kabil’den beri ölen, öldüren Ortadoğulular son yıllarda da silah sektörünü ayakta tu

UMUT TÜCCARLIĞI A.Ş.

“Olmayanı, olacağı veya olması muhtemel olmayanı, olacakmış gibi satmaktır bizim işimiz.” Sözünü kendilerine şiar edinmiş gizli bir örgüt var bence. Adlarından da anlaşılacağı gibi anonim bir şirket kisvesine bürünmüş, çok ve gizli ortaklı bir yapı bu. Nerede tökezlesek şak birden düşük faizli hayaller sunuveriyorlar önümüze ve şak ayağa kaldırıyorlar. Olması mühim değil, olma ihtimalini satıyorlar o an. Bu hayal gerçekleşebilir ya da genel müşteri refleksi haline gelmiş haliyle gerçekleşmeyebilir. Ama hiç önemli değil. Çünkü Umut Tüccarlığı A.Ş. sizlere derhal telafi mahiyetinde birbirinden renkli umutlar satabilir, vade farksız bir ömür bedel ödeme kolaylığıyla kira öder gibi sizi hayal sahibi yapabilir.  “En yükseği hedefleyin.” “O yaptı, siz de yaparsınız.” “Çobandı, Kral oldu” “130 kilo musunuz? -Önemli değil! Bıldırcın yağıyla 1 ayda 100 kilo verin” “O da böyleymiş – bu da şöyleymiş” “Aslansın, kaplansın” ve bilumum gaz verici cümle silahıyla hedeflerindeki bıldırcınla