Ana içeriğe atla

İNANÇ VERGİSİ

                                        

  İnançlar, kadim geleneklerdir ve toplum hayatında her daim yer bulmuşlardır. Tarih içerisinde yöre ve zaman farklılıklarıyla beraber insanların inandıkları yaratıcı ve yaratılış anlayışları da farklı farklı olmuştur. Güneş, Şimşek, Dağ, Doğa Olayları, Zeus, Gök Tanrı, Thor, Allah ve niceleri.. İnsanlar tarih boyunca farklı kavramlara, farklı şekillere, farklı olgulara farklı biçimlerde biat etmişlerdir. Hala inananı olan tanrı inanışlarına din;  mensubsuz kalmış ve kültürel bir miras haline dönüşmüş inançlara ise mit diyoruz. Bunca zaman bu kadar farklı inanış yaşandı ve haliyle bunun yansıması olarak türlü yeni inanış türedi. Birbiriyle haberleşmesi ticaretten öteye gidilemeyen dünyada dahi kanlı problemler yaratan inanç farklılıkları, anlık haberleşmeye ulaşan dünyada hat safhaya ulaştı. Öyle ki ortak yaşam alanları bulunan toplumda bu farklılıklar bir zenginlikten çok aksaklık halini aldı. Medeniyet bu aksaklıklara ve çatışmalara türlü öneriler sunarak müdahale etmek istedi. Ve bu önerilerin en akılcılarıdan biri de laiklikti.

 Laiklik bu farklılıkları kontrol altında tutan ve inanç işlerinin devlet işlerine karışmasını engelleyen bir kontrol mekanizmasıdır. Bu yüzden din adamlarının maaşlarını ödeyerek onları devlet memuru statüsünde tutar. Bu yöntemle devlet cemaatleşmeyi engeller ve radikalleşmenin önüne geçer. Fakat dini kurumları elinde bulunduran devlet yani onu yöneten yetkililer görevlerini kötüye kullanarak başlı başına dine yön verebilir, önlenmesi asli görev olan gericiliği kendi çıkarları için pompalayabilirler.  Bu yöntemle ismi lazım değil bir ülkenin, ismi lazım değil bir kurumu çocuklarla evlenmenin mümkün olduğu yönünde demeçler verebilir. Ve gündemle başı dertte olan siyasi oluşumların gönlüne hedef şaşırtma yöntemiyle su serpebilir.  Yine ismi aşırı lazım olmayan ve bütçesine milyarlar aktarılan o kurum, mars suyuyla ibadet hazırlığı yapılıp yapılmayacağı konusunu günlerce konuşabilir. Her yıl açın halinden anlama ayında, neyi yaparsak açın halinden anlamamış oluruzu gündem yapabilir ve vatandaşın cebinden o ya da bu nedenle alınmış milyarları çar ve çur edebilir. Vatandaşın reaksiyon vermesi hedeflenen kısmının dışındaki tepkisizlik, bu numarayı tekrar tekrar yapmak için kurumları cesaretlendirebilir. Peki insanlar bu kadar para harcanan bir kurumun bu kadar saçmalamasına nasıl oluyor da tepkisiz kalabiliyorlar.  Biri de çıkıp “kardeşim bünyenizde bu kadar insan var, bu kadar para alıyorsunuz. Sıfırdan tanrı yapacak imkan verdik size, siz hala nelerle uğraşıyorsunuz?“ demez mi arkadaş? Hemen cümleleri yazan arkadaş olarak cevabı ve sebebini vereyim de soru havada kalmasın. – demez.

 İsmi lazım olmayan bu ülkenin insanlarının bir çoğu, bu hizmet için para verdiğinden habersiz ve bu yüzden bedava bir hizmet alıyormuşçasına sorgusuzlar. İşte tam da bu noktada olay nasıl çözülüre geliyoruz. Birazdan sunacağım fikri buldum diye bir miktar kendimi övdüm ve başımı okşadım. Bu okşamaların ardından araştırmaya koyuldum ve benden önce Fin ve Bulgar arkadaşların başlarını okşadıklarını gördüm.  Benim, Finli arkadaşların ve Bulgar arkadaşların ortak kararı, din hizmetleri için açık açık vergi almak yönünde. Örneğin ismi lazım olmayan bir dine mi mensupsunuz? “Arkadaşım, mahallendeki ibadethanenin giderleri bunlar bunlar, din adamın maaşı şu kadar, şu kadar elektrik yakmışınız, bahçedeki çeşmeden mahalleli olarak şu kadar su harcamışsınız.. Kelle başı bi 100'lük düşüyor aylık.” deyip vergi alınabilir. İbadethanelerin kapılarına “Vergilendirilmiş İbadet Kutsaldır.” gibi sloganlar asılabilir.   Tabi ki de bu vergi herkesten alınamaz. Sadece ibadethanesi bulunan dinin mensuplarından bu vergi talep edilebilir.  Böylelikle insanların kurumu sahiplenmesi ve aşırılıklara tepki göstermesi sağlanılabilir. İsmi lazım olmayan bu ülkenin nüfusunun %99’u diye bilinen inanç grubunun oranı birden %10’lara kadar düşebilir ve sayısal yanılsama ortadan kaldırılabilir. İbadethanelerin yeterli olduğu yerlerde yeni ibadethanelere kesinlikle izin verilmeyerek, onun yerine okul, kütüphane, sağlık ocağı yaptırılması ya da öğrenci okutulması konusunda devletçe parmak sallanabilir. Devlet böylelikle akıttığı milyarlarca lirayı en az din kadar insani gereksinimler olan sağlık,eğitim ve gıda alanlarına akıtabilir. Ülkenin ve insanların çehresi ve geleceği değişebilir. Kız çocuklarının dokuz yaşında evlenip “evinin çocuk kadını, ve çocuklarının çocuk anası” olmalarının önüne geçilerek ait oldukları yerin, okullarının çağdaş çocukları olmaları sağlanabilir..

Ve 21.yy’da orta çağ problemleriyle uğraşılmadığı için uygarlık yakalanılabilir ve üçüncü dünya ülkesi statüsünden çıkıp insanca yaşanılabilir..



                                       

                                        EMRE DEMİRAY
                                           Ocak 2018
                                             EDİRNE


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSANLARI YORMA ENSTİTÜSÜ

‘‘Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.’’ demiş Tanpınar. Bence bu tanımı bilen, zamanın insanla var olabileceğinin farkında olan bir topluluk var. Saatleri Ayarlama Enstitüsü minvalinde kurulan bu topluluk, tıpkı bir eğitim kurumu şeklinde çalışıyor. Ancak amaçları zaman zayiatını engellemek değil, aksine arttırmak. İnsanların yaşamlarını olabildiğince zorlaştırıp, önlerine türlü engeller çıkartmak. Bu kurum sanırım erken atalarımızın hemen ardından ortaya çıktı. " Hayır!, onu yapamazsın, bu böyle olmaz, şu yasak, o cıss." şeklinde öğretiler pompalayarak, çevrelerindeki insanlar için yaşamı yaşanılmaz kılmaya çalışmayı görev edindiler. Kurumun belli başlı temel dayanakları var; negatiflik, olayları büyütmek, hasetlik, yola taş koymak, zaman çalma, kıskançlık ve aptallık en popülerleri. Ayrıca bu popüler dayanakların her birinin "Yoruculuk Anabilim Dalı" adı altında lisans programları da mevcut. Bu temel dayanaklara uygun insanlar genç yaşlar

SAVAŞ TURİZMİ

                Taş, sopa, yalın kılıç derken kim kime dum duma meydan muharebelerine dönüştü savaşlar. Ardından barutun kullanılması ve mertliğin bozulması süreçleri tuz biber oldu. Milyonlar öldü, milyonlar öldürdü. Her anlamda çok maliyetli organizasyonlar oldular. Toprak için, Su için, Vatan için, Petrol için, ve benimki seninkinden büyük kıyaslasmasından çıktı savaşlar. Daha az kaybeden kazanmış sayıldı. Ölen öldü, kalan sağlar yenisine hazırlandı.. Kimi kahraman oldu, Kimi şehit, Kimi gazi, ekseriyet Niyazi oğlu Niyazi..                 Ülkelerin savunma giderleri; eğitim ve sağlık giderlerinin üzerine çıktı.. Harcandıkça harcandı. Silah alındı, bomba alındı, füze alındı. “Cüzi ücretler karşılığında füzelerinizi büyük seçim ister misiniz?” sorusuna hep baş sallanıldı.. Silah üretimi bir sektör olup çıktı ve üretenlerin zenginliğine zenginlik kattı.                 Abil ve Kabil’den beri ölen, öldüren Ortadoğulular son yıllarda da silah sektörünü ayakta tu

UMUT TÜCCARLIĞI A.Ş.

“Olmayanı, olacağı veya olması muhtemel olmayanı, olacakmış gibi satmaktır bizim işimiz.” Sözünü kendilerine şiar edinmiş gizli bir örgüt var bence. Adlarından da anlaşılacağı gibi anonim bir şirket kisvesine bürünmüş, çok ve gizli ortaklı bir yapı bu. Nerede tökezlesek şak birden düşük faizli hayaller sunuveriyorlar önümüze ve şak ayağa kaldırıyorlar. Olması mühim değil, olma ihtimalini satıyorlar o an. Bu hayal gerçekleşebilir ya da genel müşteri refleksi haline gelmiş haliyle gerçekleşmeyebilir. Ama hiç önemli değil. Çünkü Umut Tüccarlığı A.Ş. sizlere derhal telafi mahiyetinde birbirinden renkli umutlar satabilir, vade farksız bir ömür bedel ödeme kolaylığıyla kira öder gibi sizi hayal sahibi yapabilir.  “En yükseği hedefleyin.” “O yaptı, siz de yaparsınız.” “Çobandı, Kral oldu” “130 kilo musunuz? -Önemli değil! Bıldırcın yağıyla 1 ayda 100 kilo verin” “O da böyleymiş – bu da şöyleymiş” “Aslansın, kaplansın” ve bilumum gaz verici cümle silahıyla hedeflerindeki bıldırcınla